• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
Üyelik Girişi
Saat
Takvim
Mutlu Olmak İstiyor musunuz?

MUTSUZLUK BİR KADER DEĞİLDİR!

Mutluluk sizin elinizde..

Değerli okuyucularımız! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki, günümüzün en büyük problemlerinden bir tanesi olan mutsuzluktan ve mutsuzluğun önüne nasıl geçileceğinden bahsetmek üzere, bir yazımızla sizlerle birlikteyiz.

İnsanların çoğu mutsuz ama bu mutsuzluklarının sebebini bilmiyor. Bir Allah dostu olan Hz. Mevlana: “İnsan eğer bir şeyi ait olduğu adreste aramıyorsa aslında gerçekte onu aramıyor demektir.” diye ifade etmiştir. İnsanlar huzur ve mutluluğu dünya metaında arıyorlar. Hâlbuki bizi yaratan Allah, insan için vaaz ettiği mutluluğun ve huzurun dünya hayatıyla değil Allah'ın zikriyle sağlanacağını beyan ediyor. Huzur ve mutluluğa ulaşmak isteyen herkesin araması gereken adres dîndir; dîni yaşamaktır, Allah'ın zikrini en üst boyutta yerine getirmektir. Eğer insanlar dîni değil de dünyayı ön plana almışlarsa dünyayla mutlu olmaya çalışıyorlarsa bu mümkün değildir.

Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz hadîs-i şerifinde şöyle buyuruyor: “Her doğan çocuk İslâm fıtratıyla doğar ama annesi babası onu Yahudi, Mecusi, Putperest yapar.” Yani eğer kişinin anne-babası Allah'a ulaşmayı dilememişse doğal olarak şirk içindedir. O şirk inancını çocuğuna da aşılayacaktır. Böyle bir inanç içerisinde, kişinin mutlu olması mümkün değildir! Aslında o kişi Allah’ı dilemesi gerekirken, nefsin talepleri istikametinde devamlı dünya hayatını dilemektedir. Hem kendine hem de çocuklarına buna göre hedefler koyacaktır.

Örnek olarak; önce ilkokul, orta okul, lise, derken üniversite hayalleri. Daha sonra iyi bir iş ve kariyer sahibi olma ümidi.

Daha sonra bir eş ve evlilik planları, sonrasında çocuk… Derken, şeytan dünyevî talepler istikametinde devamlı olarak insanları kullanıyor ve bütün istekleri bir bir  gerçekleşmesine rağmen kişi yine mutlu olamıyor. Çünkü yalnızca geçici olan, anlık zevkleri yaşıyor.

Dünya hayatıyla ilgili sahip olduğumuz herşey sadece bir hevestir, geçici bir zevktir! Daimî bir mutluluksa Allah'ın zikriyle gerçekleşir, bunun başlangıcı mutlak surette Allah'a ulaşmayı dilemektir.

Öyleyse huzursuz ve mutsuz olan insanlar evvela bunun nedenini öğrenmek durumundadır. Hastalığın farkında olmayan kişinin tedavisi yoktur.

Mutsuzluğun asıl sebebi nedir?
Mutsuzluğun asıl sebebi nefsimizin manevî kalbindeki afetlerdir. Mutsuzluk da bir hastalıktır ve bu hastalığın doktorları Allah'ın peygamberleri ve Allah’ın velîleridir. Yani tedavisi mümkün bir hastalıktır.

Mevlana Hz. bu konuyu şöyle ifade ediyor: “Peygamberler nefs hastalıklarının doktorlarıdır. Velîler de sağlık memuru.”
Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Velî birer velîdir. Bütün Allah dostları nefs hastalıklarının doktorlarıdır. İnsanlara çözümler ulaştırarak mutsuzluklarını yok edecek reçeteler sunmaktadırlar.

Mutsuzluğu insanın fizik vücudundaki bir ağrıyla özdeşleştirecek olursak, ağrısı olan insan tıp doktorlarına müracaat eder. Doktor kendisini dinler ve ağrının kaynağını bulabilmek için tetkiklere başvurur. Mutsuzluk hastalığına sahip olan bir insan da nefs hastalıklarının manevî doktoruna müracat ederse, doktor ona teşhis koyar ve der ki: “Senin mutsuzluğun, senin hasta olan nefsinden kaynaklanıyor. Bunun tedavisi için evvela senin Allah'a ulaşmayı dilemen gerekir, bu bir giriş kapısıdır. Ondan sonra mürşidine tâbî olmandır ki reçeteni ondan alacaksın. Ondan sonra Allahû Tealâ nefsini 7 kademede tezkiye edecek. Böylece dünya saadetinin yarısını ve 3. kat cennet saadetini elde etmiş olarak mutluluğa ulaşacaksın.”

Bütün insanlar Allah'ın kendilerini 3 vücut ve serbest iradeyle yarattığı varlıklardır

1) Allahû Teâla insanoğluna, Allah’ın Zatı’ndan bir ruh üfürmüştür:

32 / SECDE - 9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem'î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz. 

2) Bir de zahirî âleme ait olan fizik vücudumuz vardır. Fizik vücudumuz ‘salsalin’ adı verilen şekillenebilir bir balçıktan halk edilmiştir:

15 / HİCR - 26: Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık. 

3) Nefsimiz ise berzah âlemine aittir:

91 / ŞEMS - 7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun). 

Nefsimizin manevî kalbinde bizi mutsuz kılan 19 tane hastalık vardır: Cehalet, cimrilik, dedikodu, fitne ve fesat, haset, hırs, isyan, iptilalar, kin ve adavet, kibir, küfür, mürailik, nankörlük, öfke ve gayz, vefasızlık, sabırsızlık, yalan, zan, zulüm.

Allahû Tealâ huzura ve mutluluğa ulaşmamızı nefsimizin tezkiye ve tasfiyesine bağlamıştır. Nefs tedavi olmayınca kişinin mutlu olması mümkün değildir.

Bu konuyu, nefs ile fizik bedeni mukayese edecek bir misalle açıklayalım: Örneğin fizik beden Allah'ın yasak ettiği bir fiili işliyor, içki içiyor. İçki içen kişi belli bir süre sarhoş olacaktır. İçki beyin üzerindeki koruyucu tabakanın devre dışı kalmasına sebebiyet verir. O tabaka olmayınca akıl beyni kumanda edemez. Böylece kişi geçici bir süre sarhoşluk hali yaşar. Böylece gerçekleşen bir sarhoşluk hali fizik bedenden kaynaklanan bir hastalıktır. Fakat bir insanın nefsinde hırs afeti hüküm ferma ise kişi ilelebet sarhoş kalacaktır. Yani fizik bedenin sarhoşluğu 4-5 saatle sınırlıyken hırs afeti varolduğu sürece, o afet temizlenene kadar kişi ilelebet sarhoştur.


Bu afetlerden kurtulması için kişi evvela Allah'a ulaşmayı dilemelidir. Allah'a ulaşmayı dilediği an Allahû Tealâ, 99 esmasından biri olan Rahmân esmasıyla o kişinin üzerine tecelli edecek ve kişiye peşpeşe 7 furkan vererek hassalar ve uzuvlar üzerindeki engelleri kaldıracaktır. Böylece o kişi zihinsel engelli olmaktan kurtulacaktır. Daha sonra 12 tane ihsanla Allah onu istediği kalp şartlarına ulaştıracaktır. Kişi zikretmeye başladığı zaman -ki zikir bir şifredir- Allah'ın katından Salâvât ve Râhmet mutlaka o kişinin göğsüne gelecek, açılan yoldan kişinin kalbine ulaşacak ve gelen %2’lik rahmet nuru kalbe girerek ile %2’lik karanlık da kalpten çıkacaktır. O kişi rahmet nuru ile huşû sahibi olacaktır.


Huşû sahibi olması önemli midir? Elbette önemlidir, çünkü huşû sahibi olan kişinin, Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece hacet namazı kılması halinde Allahû Tealâ onu, nefs tezkiyesini sağlayacak olan doktoruna ulaştıracaktır. Nasıl ki fizik beden hastalandığında doktora gidiyorsak, nefsimiz hasta olduğu cihetle nefsin doktoruna gitmemiz gerekir. Nefs doktoru Allah'ın mürşidleridir.

Allahû Tealâ’nın bize gösterdiği mürşide tâbî olduktan sonra 7 ni’metle destekleniyoruz ve zikretmeye başlıyoruz. Zikir, tedavimizin olmazsa olmaz şartıdır ve en önemli vasıta emirdir. Zikir, ibadetlerin sultanıdır.


Sevgi arttığı zaman kin ve nefret azalır
Zikir yapan kişide günden güne artan bir mutluluk hali hâkim olur. Günden güne kalbindeki sevgi artar. Sevgiye paralel olarak mutluluğu da artar. Ruhun hasletlerinden biri olan sevgi ile nefsin afetlerinden biri olan kin ve nefret birbirinin zıttıdır. Dolayısıyla sevgi arttığı zaman kin ve nefret azalır, kin ve nefret arttığı zaman sevgi azalır. Kin ve nefretin arkasında şeytan vardır. Sevginin arkasında ise Allahû Tealâ vardır.


Nefs tezkiyesi yapan kişinin kalbinde, Emmare kademesinde %7 fazl birikimi olacaktır. Zikrini arttırmaya devam ettiği zaman kalpte biriken fazl birikimi %7 daha artacak ve böylece önce Nefs-i Levvame’ye sonra her %7’lik artışta sırasıyla Mutmainne, Radiyye, Mardiyye ve Tezkiye kademelerine ulaşacaktır. Yedi kademede zikir artışlarıyla nefsin manevî kalbinde biriken fazıl miktarı %49 olacaktır + %2 de huşûdan gelmişti = %51. Yani nefsin manevî kalbi %100 karanlıkken, nefs tezkiyesini gerçekleştirdiği zaman %51 nurlanır, %49’u karanlıkta kalır.

Kişinin nefsinin manevî kalbinin %51 nurlanması dünya saadetinin yarısı demektir. Aynı zamanda ahiret saadeti açısından da üçüncü kat cennet demektir. İnsanlar sürekli mutsuzluktan, huzursuzluktan şikâyet eder. Oysaki Allahû Tealâ bütün insanlar için ahiret ve dünya saadetini diler.


Allahû Tealâ herşeyi bir sebep ve sonuç tahtında yaratmaktadır. Biz insanlar için hazırladığı sonuç elbette mutluluktur ama o mutluluğu Allah'ın vücuda getirebilmesi bir sebebe bağlıdır. O sebep, kişinin evvela Allah'a ulaşmayı dilemesi, sonra mürşidine tâbî olması ve zikrini yapmasıdır. Böylece o kişinin ruhu Allah'a teslim olacak ve Allah'ın mükâfatı olan 3.kat cennet ve dünya saadetinin yarısı kendisinin olacaktır.


Musa (A.S) ile ilgili anlatılan bir kıssa vardır. Musa (A.S) kuzuyu kovalıyor, kuzu kaçıyor. En sonunda yakalıyor ve şöyle terennüm ediyor: “Ey kuzucuk! Niye kaçıyorsun? Benim gayem sana süt vermekti.” Biz insanlarla Allah arasındaki ilişki de bunun gibi. Yani Allahû Tealâ’nın muradı bizi mutlu etmek ama nefsine tâbî olan kişi farkında olmadan o mutluluktan kaçıyor. Hâlbuki huzur ve mutluluğu arıyorsak bunun yegane kaynağı Allah’tır ve reçete herkes için aynıdır!


Yüce Rabbimiz’in hepinizi hem dünya, hem ahiret saadetine ulaştırması dileklerimizle…

   

  
461 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın